“Bir aile düşünün sucuk hakkında konuşan.”
Sevilmeyen hoşa gitmeyen bir reklamdan söz etmeye başlarken “reklamın iyisi kötüsü olmaz” diye başlarız ya hani; çok sevmesem de geçen gün Şahin Sucuk reklamını görünce kurdum ben de bu cümleyi.
Reklam filminin uzunluğundan herkes şikâyetçi. Karakterleri samimiyetsiz bulan, bizden biri(!) olarak görmeyen bir kesim var. Gelgelelim benim fikrim de bu yönde. Yerel bir markanın ürün tanıtımı, marka mirası reklam filmi boyunca sürerken karakterlerimiz bize nasıl desem o sıcaklığı vermiyor sanki. Dede, baba, torun ekseninde biraz kopukluk var gibi. Bir taraftan da insan izlerken “yahu bir sucuk hakkında bu kadar kim konuşur?” diyor.
Başta sıradan bir aile ziyareti gibi başlayan adeta şeker reklamı tadında devam eden reklamı biraz sabredip izlemeye başlayınca işin rengi epey değişiyor.
Kahvaltı masasına ani geçişle devam eden reklamda torunumuz sucuğun neden bu kadar güzel koktuğunu soruyor. Bu arada babayla dede arasındaki diyalogdan anlıyoruz ki, aynı soruyu baba da hep sorarmış. Markamızın mirasına küçük bir gönderme yaptıktan sonra haydi devam edelim. Dedemiz toplanan baharatlardan sucuk fabrikasına yolculuğa başlıyor. O serüven öyle bir sürüyor ki konu Evliya Çelebi’nin Kayseri’yi sucuğun anavatanı olarak ilan etmesine dahi geliyor. Dedemiz anlatırken baharatlar, sebzeler ekrana geliveriyor bir anda sonra masadakilerin dikkatli ve bir o kadarda hüzünlü bakışlarına yer veriyor kameramız. Çekimdeki kopukluklar, hikâyedeki gereksiz uzunluk olmamış velhasıl. Arada bir de bayram-sevdiklerimiz, sucuk-baharat çerçevesinde mesaj da veriliyor. İşte burada bitecek diye düşünürken izleyici, hop sucuğun yapım aşamasına geçiyoruz.
İzleyici bu süreçte hala kanalı değiştirmediyse çok şanssız çünkü “packshot” kısmına geldiğimizde artık fabrikadan çıkan sucuğumuzun “sanat”a dönüştüğünü görüyoruz. Yaklaşık 1 dakika baharatlarını Erciyes’i, Evliya Çelebi’yi dinlediğimiz markamız artık “Yenilebilen bir sanat” olmuştur. Biz artık sanatçıyız, sanat yiyoruz esprileri bittikten sonra görüntü birden duruyor ve “90 yıldır yenilebilen sanat” sloganını görüyoruz.
Şimdi bir işi sanatla taçlandırmak sanata yaraşır kılmak çoğu zaman işe yarar. Daha elit daha lüks gösterir markayı, ürünü; lakin yerel bir markanın gelenekselliğin vurgu yapıldığı bir marka için, ürün için herhalde gülünç olmaktan başka bir işe yaramaz. Bu, reklamı başarılı kılmazken epey konuşulur kılar. Bir yerde ise “reklamın iyisi kötüsü olmaz” klişesi olur muhakkak.